24 Mart 2014 Pazartesi

İlk Türk Devletlerinin Kuruluşunu Etkileyen Faktörlere ve İlk Türk Devletlerinin İdare Teşkilatına Genel Bir Bakış


İlk Türk Devletlerinin Kuruluşunu Etkileyen Faktörlere ve İlk Türk Devletlerinin İdare Teşkilatına Genel Bir Bakış



Devletler üzerinde kuruldukları coğrafya ve toplumsal-ekonomik yapıların eseridir. Orta Asya’da kurulan ilk bozkır devletlerinin yapısını belirleyen en önemli faktör coğrafyaydı. Bozkır devletlerinin varoluş, gelişim ve yok oluş aşamalarını hakkı ile anlayabilmek için bozkır coğrafyasının özelliklerini ve bozkır halklarının yaşayış tarzını bilmek gerekir. Orta Asya bozkırı, birbirinden çetin iklim ve yer şekillerine sahip geniş bir araziydi. Bu çetin şartlar ve bozkır toprağının elverişsizliği, coğrafya insanının hayvancılıkla uğraşmasını kaçınılmaz kılmıştı. Ancak iklimsel koşulların değişkenliği ve hayvanlar için gerekli çayırlık alanların sınırlılığı, göçebeliğin hayat tarzı olarak belirlenmesine yol açmıştı. Bu sebeplerin doğurduğu göçebe çobanlık, eski Türklerin hem yaşam biçiminin hem de geçim kaynağının esasını oluşturmuştu. Göçebe çobanlıkla uğraşan topluluklar ömürlerini, yağışlı ve çayırlı bölgelerin bitmek bilmez arayışı, coğrafyanın sertliği, kaynakların kısıtlılığı, paylaşım mücadelesi içerisinde geçirmekteydi. Mücadele alanının genişliği sebebiyle at, göçebe hayatın vazgeçilmez bir parçası haline gelmişti. Bu yaşam biçimi bozkır toplumlarının savaşçı ve at kullanımında maharetli bir karaktere sahip olmasını sağlamıştı. Bu yaşam biçiminin diğer önemli sonucu ise güçlü orduya sahip tarihin en hareketli devletini ortaya çıkarmasıdır.


Bu olumsuzlar arasında göçebelerin hayatta kalması ancak bir sürü sahibi olmasına ve sürüsünü koruyabilmesine bağlıydı. Göçebenin hayatta kalmasını sağlayan çobanlık geniş alan gerektirirdi. Üretim çapının artışı etnik çeşitliliği de beraberinde getirmişti. Çobanlık hayat tarzı küçük aile tipini gerektirmiş ancak korunma veya yağma zamanlarında bir araya gelmeyi zorunlu kılmıştı. Yaşam sahasının çetin ve geniş oluşu, bozkıra hâkim düzensizlik ortamı, aileleri kabileler oluşturmasına kabilelerinde boylar halini almasına neden olmuştu. Otlak ve sürülerin korunması veya komşu otlak ve sürülerin yağmalanması gerekçeleri ile bir araya gelen aileler arasındaki birliktelik uzun süreli olmamış, amacın kaybolması veya daha karlı ittifaklar aileleri farklı tutumlara sevk etmişti. Çin tehdidi gibi boyların ve bodunların güçlerini aşan güçlükler ve kıtalar ötesi hedefler örgütlenmeyi zorunlu kılmış ve ilk bozkır devletlerinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Böylece yaşam şartları ve hedefler örgütlerin uzun ömürlü olmasını engellemiş ve ilk Türk devletlerinin, ortak amaç çerçevesinde bir araya gelmiş boylardan oluşan konfederasyon tipi kısa ömürlü devletler olmasına neden olmuştu.

Yukarıda sayılan şartlar içerisinde kurulan ilk Türk devletleri olan Hun, Göktürk ve Kutluk devletleri neredeyse birbirinin aynısıdır. Bu devletlerden sonra kurulan Uygur Devleti de bu şartlar içinde kurulmuştur. Fakat yerleşik hayata geçmeleri ile birlikte farklı bir görünüm kazanmışlardır. 

Çoğu Türk Devleti gibi ilk Türk Devletleri de karizmatik ve güçlü görünüme sahip bir lider etrafında kurulmuştu. Devlet teşkilatının merkezinde kağan yer almakta ve maiyeti üzerinde güçlü bir otoritesi bulunmaktaydı. Eski Türklerde kağan ismini alan bu hükümdarın yönetim yetkisinin Tanrı ihsanı olduğu düşünülmekteydi. İnanışa göre; Tanrı insanoğlunu yaratmış ve kağanı bu insanlığın başına hükümdar kılmıştı. Tanrının, kutlanan kağana tüm dünyanın idaresini vaat ettiğine inanılmıştı. Hun, Cengiz, Timur ve Osmanlı İmparatorluklarındaki cihan hâkimiyeti arzusu bu inanışın bir sonucudur. Tanrının bu ihsanı koşulsuz değildi, hakanın da bu yetkiyi devam ettirebilmesi için, Tanrının yolunda savaşması, halkını dış tehditlerden koruyarak refah içinde yaşatması, adaleti sağlaması ve en önemlisi töreye uyması gerekmekteydi. Tanrının kağanı kutladığı/kutsadığı düşüncesi bilindiği üzere kut anlayışıdır. Kağanın ülkenin doğu kısmında bulunması, tahtın ve otağın doğuya bakması ve kağanın otağ kapısından çıkınca kutsal güneşi selamlaması gibi sembolik uygulamalar hep bu inanışın bir yansımasıdır. Kağanlar kullandıkları unvanlarda özellikle Tanrı ile yakınlıklarını göstermeye çalışmış ve kağanın soyu anlatılırken efsanevi öğeler seçilmişti. Kurucu ataların dişi kurt tarafından yetirilmesi ve demircilik yeteneği ile dağın eritilmesi en bilinen motiflerdir. Kağan böylece iktidarını daha da meşrulaştırmış ve daha da güçlendirmiş olmaktaydı. Metafizik söylemlerle devlete meşruiyet sağlamak yöntemi, o kadar etkili ve inandırıcı bir nitelemeydi ki Avrupa’da Fransız Aydınlanması’na bizde ise Cumhuriyet’e kadar neredeyse tüm yöneticilerin referans noktası olmuştur. Yönetim yetkisinin Tanrı kaynaklı olduğu inanışı o dönem tüm zamane devletlerinde mevcuttu. Fakat Türk kağanının Tanrı tarafından görevlendirilmiş olması Bizans İmparatoru gibi aziz veya Sasani şahı gibi yarı-tanrı görülmesine yol açmamıştı. Başarısız seferler, ekonomik yoksunluk, adaletsizlik veya törenin uygulanmaması gibi kötü idare biçimleri kağanın hükümdarlığını sonlandırmıştır. Kağanın belirlediği varisin kurultayca reddedilmesi ve kağanın hükümdarlığının kurultayca sonlandırılması kut anlayışının kağana ve ailesine hayat boyu bağışlanmadığını göstermektedir. Bu süreçte kuşkusuz en büyük rolü kurultay oynamaktaydı.

Toy adı verilen kurultayın yılda üç defa toplanması törenin gereğiydi. Toylara katılan boy ve bodunların lider ve yardımcıları katı bir protokol çerçevesinde ağırlanmaktaydı. Boy ve bodun liderlerinin toy ve devlet içindeki konumları gösterdikleri başarılara göre değişmekteydi. Toylara, Moğollarda sadece asiller katılırken, Hun ve Göktürklerde boy liderlerinin yanı sıra halk da iştirak edebilmekteydi. Yılın ilk toyunda ağırlıklı olarak dinsel ritüeller yerine getirilmekte, yeni yıl için selamet ve zafer dilemek için tanrıya yakarılmaktaydı. Yılın ikinci toyunda ise daha çok siyasi gündem ağırlık kazanmaktaydı. Kağan seçimi, politikaların gözden geçirilmesi ve hedefler doğrultusunda görev ve yetki dağılımı bu toyun ele aldığı konular arasındaydı. İkinci toy ilkbahara denk geldiğinden şenlik havasında geçer, ziyafetler verilir, oyunlar düzenlenir, tanrılara kurbanlar adanır ve bu fırsatla boylar arasındaki ilişkiler geliştirilirdi. İlkbahar toyuna katılım şartı ve aksi hali devlete ihanet ile bir görülmekte, davete uymamanın önce Tanrıya sonra kağana hakaret olduğu düşünülmekteydi. Son toy sonbaharda toplanır ve devletin gücünün anlaşılması için insan ve hayvan sayımı yapılırdı. Toy normal zamanlar dışında olağanüstü nedenler ile kendiliğinden ya da kağanın çağrısı ile toplanıyordu. Devletin kuruluş yasasının belirlendiği ilk toy en büyük toy olma özelliğini taşıyordu. Toyun siyasal karakterinin yanı sıra yasa yapma işlevi de mevcuttu. Her ne kadar yasa yapma süreci kağan tarafından başlatılıyor ve onun kontrolünde gerçekleştiriliyor olsa da toy üyeleri yaptıkları katkılar ile töre oluşumunda önemli bir paya sahip oluyorlardı. Toyun onayı ile işlerlik kazanan kağan töreleri, halk içinden çıkan törelerle beraber devletin siyasi ve sosyal yapısını şekillendiren yasaları oluşturuyordu. Yazılı olmayan kurallardan oluşan töre, Eski Türklerin siyasal ve sosyal hayatında büyük öneme sahipti. Tecrübelerden ve kağanların uygulamalarından meydana gelen töreyi, hem mevcut topraklarda hem de ele geçirilen topraklarda vakit kaybetmeden uygulamak, tahta oturan kağanın ilk icraatları arasındaydı. Bu törelerin uygulanması ve törelerin gerektirdiği cezaların infazı başta kağan olmak üzere boy beyleri dâhil diğer tüm yöneticilerin sorumluluğundaydı. Yönetici zümrenin töre cezalarından neredeyse muaf olduğunu ya da cezaların yöneticilere çok hafif şekilde uygulandığını ve böylece yönetici zümrenin adalet sisteminde ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunu belirtmek gerekir. Bu ayrıcalığı günümüzdeki yasama dokunulmazlığına benzetmek mümkündür. Hayatın zorlukları töreleri mümkün olduğunca sertleştirmiş ve göçebe hayat şartları cezaların oluşumda birinci dereceden etkin rol oynamıştı. Göçebe hayatında hapsetme gibi bir cezanın imkânsızlığı ağır suçların infazında idamı ve daha hafif suçlarda da tazminat ödeme uygulamasını zorunlu kılmıştı. Kağanın bulunmadığı dönemlerde toy, aygucı unvanlı kağan danışmanı başkanlığında toplanıyordu. Kağan danışmanının protokoldeki yeri her zaman için kağanın yan tarafıydı. Aygucıların toy içerisindeki varlığı ve devlet idaresindeki konumları belirleyiciydi. Kağanlar gibi onlarda bulundukları konumun kendilerine tanrı hediyesi olduğunu düşünüyorlardı. Aygucı’nın kağan karşısındaki konumu bir danışmandan öteye gitmemişti. Ancak bu, kendilerini devletin ve törenin koruyucusu ve kurtarıcısı olarak görmelerini engellememiştir. Günümüzde en çok bilinen aygucı Göktürklerdeki Tonyukuk’tur. Danışmanların yanı sıra kağana idarede yardımcı olan buyruk adında yardımcılarda vardı. Kağan tarafından göreve getirilen buyruklar, toy kararlarının uygulanmasında görevliydi. Buyruklar görevlerinde kağana karşı sorumluydu.

İdarede kağan, boy ve bodun liderleri, aygucı ve buyruklardan başka kağanın eşi hatununda yeri vardı. Hatta hatun, karar alma sürecinde kağan kadar etkiliydi. Kendilerine ait otağları ve buyrukları bulunur, protokolde kağanın yanında yer alır, diplomaside elçi gönderir ve kabul ederlerdi. Gerektiğinde naibe olarak bizatihi tahta geçen hatunlarda görülmüştü. Bu bağlamda tarihin bilinen ilk kadın hükümdarının bir bozkır devleti olan İskitlerde görülmesi bir rastlantı değildir. Hatunlarında tıpkı kağanlar gibi tanrı inayeti taşıdığına inanılmaktaydı. Kağanların evliliklerini belirleyen unsur, siyasetti. Bu nedenle kağan eşlerinin güçlü bodunlardan olmasına özen gösterilir, gerektiğinde yabancı hanedanlardan stratejik amaçlarla evlilikler gerçekleştirilirdi. Ancak böylesi evliliklerin taht silsilesini bozmasına karşı azami özen gösterilmiş ve kağanın ilk eşinin soylu Türk boyundan ve dolayısıyla veliahdın da bu anneden olmasına dikkat edilmişti.

Eski Türk Devletlerinde tahta geçme usulünün bir sisteme oturtulmayışı, adeta mevcut karizmatik hükümdar modelini teşvik etmiş ve liyakat sahibi kişilerin başa geçmesini meşru saymıştı. Bu sebeple Fatih Kanunnamesi’ne kadar sürecek ve devletleri hızlı bir çöküş sürecine sürükleyecek kanlı veraset savaşlarına neden olmuştu. Kuşkusuz bu sürecin gerilimini en fazla hissedenler veliahtlar, yani tiginler olmuştur. Tiginler, kağandan sonra tahta geçme hakkına sahip kağanın erkek kardeşlerinden ve erkek çocuklarından oluşuyordu. Tiginler, idare sanatında gelişmeleri için devletin sağ veya sol kanadında başbuğluk görevlerine getirilmişti. Bazen devleti oluşturan boyların birinin kontrolünün de verildiği olurdu. Görevlendirme ile beraber tigine, güvenliğini sağlamak ve komutanlık kabiliyetini geliştirmek amacıyla bir tümen asker tahsis edilirdi. Kağandan sonra gelen en büyük makam devletin sol yanının idaresinden sorumlu yabguluk makamıydı. Bu makam genellikle kağan kardeşlerine bahşedilmişti.

Boylar, tıpkı devlet örgütünde görüldüğü gibi ordu teşkilatlanmasında da merkezi bir öneme sahipti. İlk Türk Devletlerinde savaşçılık hayat şartlarının doğurduğu olağan bir özellikti. Devletin daimi bir ordusu yoktu. Barış zamanın da normal hayatlarını yaşayan boy liderleri ve birlikleri, savaş zamanında birleşerek devletin federasyon ordusunu oluşturuyordu. Bu ordunun başkomutanı kağandı. Kurmaylık ve ordu komutanlığı görevlerini de kağanın yardımcıları ve kardeşleri üstlenmişti. Eski Türk Devletleri devlet teşkilatlanmasın da belki yerleşik haldeki devletlerin gerisinde olabilir, fakat ordu teşkilatlanmasın da uyguladıkları onlu sistem, tarihteki orduların çoğu tarafından kabul görüp uygulanmış ve hale uygulanmaktadır.

Sonuç olarak sayılan bilgiler bize Eski Türk Devletlerinin meydana gelmesinde ve Eski Türklerin hayat tarzının belirlenmesinde coğrafyanın en belirleyici unsur olduğunu göstermektedir. Eski Türklerin yaşayışlarını düzenleyen diğer en önemli unsur ise töre olmuştur. Cumhuriyete kadar uzanan kut anlayışının ve Fatih Kanunnamesi’ne kadar varlığını sürdüren ve birçok Türk Devleti’nin erken yıkılmasına neden olan tahta geçme usulünün belirsizliğinin Eski Türk Devletlerinden miras kaldığı görülmektedir. Karizmatik lider modelinin varlığını günümüzde de görmemiz mümkündür. Eski Türklerde kadının toplum içindeki önemli konumunun devlet idaresine yansıması, güçlü yetkilere sahip Hatunluk makamını oluşturmuştur. Eski Türklerde ordu teşkilatı ile idare teşkilatının yönetici kadrosu aynı kişilerden oluşmuştur. Devletin yönetici zümresinin büyük bir çoğunluğu aynı zamanda savaş dönemlerinde ordu kumandanlığı görevini ifa etmiştir. Bu sonucun Türklerin ordu-millet anlayışı ile ilgili olduğu açıktır.

 
                                                                                                                                                     Tuna ÜZER 
                                                                                                                                                tunauzer@gmail.com